19 Aralık 2010

Dua



Hangi eli tutarsan tut, bir kere tutuldun dilime...
Şimdi sen gittin sanıyorsundur.
Benim parmaklarım senin parmaklıklarındı,
Hep bir avuç kaldın bende.
Her avcumu sürdüğümde yüzüme,
Bir dua oldun kaldın dilimde.
Gittin mi sanıyorsun?
Öyle san..!

Yer'yüzsüzlüğü



Başlarım yasaklarına senin!
Sımsıkı sarma vakti geldi geçiyor.
El tutmalara kanmak nereye kadar?
Göğüs göğüse çarpışmak tek şart artık,
Göz göze geleli çok oluyor...
Artık dudak dudağa yanmalı zaman.
Hangi yasağı delmediki aşk?
Bahane mi arıyorsun, tamam...


En fazla bir Adem ve bir Havva daha düşer cennetten...
Hadi düşelim yer'yüzsüzlüğümüze...

Yasak elmada olsa aşk,
bitiremezsin bahanelerini...



Plaka kodu; Aşk


Öyle bir şehir ki; kaçış yok aşk'tan...
Tüm yolları sana çıkıyor,
Her köşeyi dönmek; sana dönmek,
Durmak; sende,
Yürümek; senle,
Koşmak; senle...
Öyle bir aşk ki; çıkış yok şehirden...
Öyle bir şehir ki; kaçış yok aşk'tan...

Bu şehrin plaka kodu; Aşk...


15 Aralık 2010

24'üme dair geleceğe not



Bugün 24. basamağındasın hayatının,
Bazen seri adımların oldu, bazende durdun nefes nefese.
Ama alnının şakağına dayalıyken zaman hep yürüdün.
Belki mecburiyettendi merdiven tümsekliğindeki solumaların,
Korkuların oldu, korkulukların vardı zaten. Tutundun...
Bazen sarsıldın yanından geçerken biri, bazende sarıldın...
Düştüğünde oldu, kırıldığında. Ama bi türlü yaralarını sardın.
Umut hala en büyük kozun elindeki, sıkı sıkı tutuyorsun.
Umarım hiç bırakmamışsındır...
Ve beyaz olmak için çabalama, siyaha dalmak gereklidir,
Umud etmek için, şükretmek için, yeniden hayal kurabilmek ve sevebilmek için.
Beyaz kadar huzurlu olmaya gerek yoktur, ama siyah kadar da biçare.
'Gri' kalmak en güzelidir, ve sen hep griydin unutma.
Şimdi adımlarına devam ediyorsun, dur diyene kadar zamanın tetikçisi.
Ellerin yoruluncaya kadar, bitap düşene kadar, 
bu yazıyı bir daha okuyuncaya kadar elveda.
Ve nice iyiliğin ölmediği yıllara ömrüm...




Hala kulağında çalar; "Nev - Bazen"

12 Aralık 2010

Yine mi?



Eli cebinde tüm gidişlerin eşgali, birşeyler arıyor olmalı.
Kaybolmuş bir adam mesela...
Ya da bir kaç emanet gülücüğün kapkaççısını.
Bozuklukları var aşktan arta kalan,
Çarptıkça birbirlerine gök gürlüyor.
Sonuçta elbet biri ağlıyor...

Eli cebinde tüm gidişlerin eşgali, birşeyler gizliyor olmalı.
Birkaç 'keşke' mesela...
Ya da  gururunun arlanmazlığını.
Üşüyor olmalı, ya da bir iç çekişin dışa yansıması bu.
Başı eğik, adımlarını zorla saydırıyor pişmanlık,
Günü geldiğinde bir bir ödemesi için hesabı...

İşte eli cebinde biri daha karıştı sokağa,
Yine biri mi gidiyor aşktan?


Bir cebimde sen,
bir cebimde TrabzonSpor'um
Başka hiç birşeyim yok...
 :)



7 Aralık 2010

Kurak Yürek



Sanki geç kalmış bir baharın telaşı gibiydi gidişin;
Sıcağım(n)ı alıp çıkıp gittin, yeşilime haczettin.
Kara kışlar bıraktın ardında, soğuk bi ten, donuk bi yüz.
Apaçık belli işte; sen beni öldürmeye azmettin.

Şimdi mi?

Sanki; bütün insanlığın acısını yüklenmek istiyorum,
Biraz olsun kendi acımdan uzaklaşabilmek için...
Ve artık yeşil yok bana, bahar kokmak yasak.

Yaprak dökümün hiç bitmeyecek, bir yağmur gibi,
Kimse görmesin diye; gizlediğim bitmişliğimin üstüne...

Hipnoz (!)






Sus artık yalnızlığım, dolanma dilime.
Hem sen nerden yalnızlığ-ım oluyorsun,
Sadece yalnızlıksın sen, yalnızca yalnızlık.
Şimdi seni burda bırakacağım,
ve unutacaksın aramızdakileri.
Evet bunlar sadece masallarda olur,
ama bizde masallarla kandırıldık.
Şimdi sıra sende, kanmalısın bana, inanmalısın.
Az sonra gökten üç nokta düşecek ve yokolacaksın.
İşte...






İnandı salak :)


3 Aralık 2010

Hayat...




Hayat; kürekleri olmayan bir sandal gibidir,

Ya ellerinle yorulursun, yada ellerinde yoğurulursun...









Taslak'larımda boğulmaktan son anda kurtardığım bi'cümle...

Sus çocuk!



Alıştım intiharlara; hergün bir çocuk atlıyor içimden, içsizliğime...
Kan revan bahçesi gönülevimin, düşende, düşümde liğme liğme.
Olay yerinde tutukluyorum kendimi. Dilim lal, tutuluyorum.
Muhabbetime müebbet veriyorum, susuyorum içten içe...
Cümlelerimi hücrelere hapsediyorum kelimesi kelimesine.
Bir kelime inliyor gecenin içinden "ben Aşk'ım hapsolmam"...
Bir kelime daha "ben Gurur'um hapsederim ama hapsolmam"...
Sonra ikisini aynı hücreye koyuyorum, susuyorlar... Çıt yok!

Alıştım çığlıklara; hergün bir çocuk atlıyor içimden, içsizliğime...
Sesli harfleri bitinceye kadar tutuyorlar nefeslerini,
Sessiz kalıyor alfabem, bensiz kalıyorum, iyeliksiz...
Hergün biri ölüyor içimde, leşini götürüyorum peşimden.
Çok gitmiyor, tutuklanıyorum tutukluğuma,
Karşıma alıyorum kendimi, önce tükürüyorum suratıma,
Sonra idama hükmediyorum, kırıyorum kalemimi...
Ve susuyorum... Çıt yok!


Hiç olmazsa; sende biraz olsun alış susmalarıma...



2 Aralık 2010

Soğuduysa; yanalım...


Yine soğukmuşum... Öyle inandırıldım...
Kim terketti yüreğimi kışa, hangi kendini bilmez? Bilmiyorum.
Ne denli bi üşümektir bu, derece derece ayrılıyorum sıcağından.
Gitmekle gitmemek arası kalıyorum, zaman donmuş adeta.
Buzlarım erirse, sanki hiç birşey kalmaz ne benden ne de senden.
o kadar üşüyorumki içimin içinde, gitmelisin içimden...
Gitmezsen; biliyorum, günahım olursun.
Ve biliyorsun; ben günahlardan çok korkuyorum...
Her ne kadar alnımdan silinmediği için ayrılık; kızgın olsamda Allah'a...
Korkuyorum Allahsızlığımdan...
Günahkar olmadan gitmelisin işte, tövbelerimden biri olmalısın,
Elini tutmaya meyileden ellerimin dünyalık imtihanısın.
Tutarsam, tutuklanırım Allahsızlığıma.
Gitmelisin, seni soğuğum yakmasın...
Beni buna sen inandırdın...

Soğukmuşum, öyle inandırdın...
Ne kadar istesem de gitmeni, ben senden gidemiyorum.
Bana bir iyilik yap.
Giderken dağıt içimin içini, darmadağın et yüreğimi,
yarala işte karalayamadığımız ne varsa orda...
Ki ben zaten yaralarımı seviyorum, yaralayandan daha çok...
Bana yaralar bırak, beni yaradanımla bırak...
Ki ben zaten yaratanı seviyorum, yaratılandan daha çok...
Ve ben hiç hatırlamıyorum, uğruna günahkar olunası sevdaları.
Beni buna sen inandırdın...

Şimdi, hep "soğuksun" diyorsunya...
Gideceksen tövbem, gitmeyeceksen günahım olmalısın,
Gideceksen soğuğum, kalacaksan yangınım olmalısın...
Bir kere ısınabildiğine inandırabilmek için içimin;
ben cehenneme de razıyım.
Peki... Sen feda edermiydin cennetini?


Sevmiyorum artık grileri;   
ya beyaza dalmalı,   
  ya da siyaha kanmalı...


Soğukmuşum... Bırak allah aşkınaa...
"Allahın aşkına" soğutma beni... Bırak..!


27 Kasım 2010

Kalmadım ben...



Yine aynı telaşlar voltasında avlumun,
Ellerinde aklım. Bir sana, bir sensizliğe gider gelirler.
Bir adımda canım gider, bir adımla kalırım.
Bir de hüzün, gözün kadar derine saplar bakışını, yakışını...
Aramıza giren her soğuklukta ben yandım, bilesin.
Hangi çaresizlik öldürmeye azmediyor bizi?
Kaç susmak daha pay edilecek dilimize?
Hangi çıkmaz sokağa terkettikki ellerimizi,
bir daha tutmalara uğramadık?
Sensizliğinin dilinden düşmez oldum,
'Sen' derim -siz der, sonra duvarlar tekrar eder, 'sensiz'.
Eşgalini yankılandırıyorum sokak sokak,
Sonra eşgalsiz kalıyorum...
Yüzünü kaybettiğim günden beri,
yüzümün rengi aranıyor şehir şehir...
Ne duyan, ne de gören var kaybetmişliğimi...
Hani biri gittiğinde, kalırdı diğeri? Kalmadımki ben...
Kalmadım ben...



26 Kasım 2010

Yaşıyor muyum sanıyorsun?



Yaşıyor muyum sanıyordun,
Kanadımı kırıp orman sessizliğine bıraktığında?
Ardından çığlıklar savuruyordum, sen duymuyordun.
Cıvıltılarıma aldanıp, arkana bakmadan uzaklaşıyordun.
Sonra bir tenhalar kalıyordu, bir de ben...
Oysa sen giderken bile gülüyordun.
Yaşıyor muyum sanıyordun?

Şimdi sen her duyduğun cıvıltıda rahatlatıyorsundur içini,
Her gördüğün kanat çırpışında, uçuruyorsundur uzaklara beni.
Oysa ben bir daha uçamadım ki o günden sonra!
Ben bir daha sevemedim, ne gökyüzünü ne de başka bir yüzü.
Beni oracıkta öldürmüştün aslında...
Hala yaşıyor muyum sanıyorsun?
Uçmadan nasıl yaşarsa bir kuş,
Sevmeden nasıl yaşlanırsa bir yürek,
İşte öyle...

Sen hala yaşıyor muyum sanıyorsun,
Bir cıvıltısında, bir kanat çırpışında kuşun?
Sen hala yaşıyorum mu sanıyorsun?
Bir can tenhasında, bir yürek atışında kurşun...


24 Kasım 2010

Sen Derd'im!



Sen derdim hep. Sendelerdim ardından,
susmazsam; takılıp yokluğunun kenarına düşerdim düşünden...
Susardım bu yüzden...
Bu yüzden daha asık başka bi yüz yoktu yine bu yüzden.

Sen derdim, sendelerdim ardından ve takılıp düşerdim,
kalbimin üstüne yüzüstü.
Üstelik bu yüzdendi yara berelerim.


Sen derdim hep. Sendelerdim ardından,
Dilime sansür sürmezsem seni;
Takılıp cümlelere düşerdim en yüksek yüklemden yüreksizliğime...

Senden sonrada cümleler kurdum, ama hiçbiri yakışmadı ağzıma...
Sen derdim susardım hep bu yüzden.
Sen derd'im...

23 Kasım 2010

Silerim...



Ağzını burnunu dağıtırım hayat!
Şehirler arası sevdiriyorsun hala.
Rüyaları bölünmüş adamın günahısın,
uykusu kaçık otobüs duraklarında...
A şehrinin B şehrine yorup yolladığı sevdanın da, 
Kilometre hesabına yenik 'el tutmaların da' katilisin...
Sen kahpesin hayat!
Sen içinde yaşattığına acılar çektirensin,
Sen bebeğini hor görensin...
Düşük yapma ihtimalin var yolları uzattıkça,
Ve kürtaja girip masada kalmanı isteyen biri var burda...
Senin gelmişini geçmişini silerim hayat! Silerim...


Pardon, biz sevmişmiydik?



Pardon, biz ayrılmış mıydık?
Öyle bir an ki; "kim kimden gitti?", bilinmiyor...
Hem aynı saniyelerde haberdardık bittiğimizden,
hem de bihaberdik birbirimizden...
Hangi vurdumduymazın görmezden gelebileceği iştiki bu?
Vurdukta birbirimizi, duymadık mı silahlarımızın sesini hakkatten? 
"Bitti" yazmak çok mu zordu bu filmin ardından.
Senaristin içinemi dokunduk...
Siyaha battıkta bu beyaz neden bulaşırki hala üzerimize,
Ne bu gri ton?
Soğuğu da yedikte neden hala yüzümüze sıcak değer nefeslerimiz,
Ne bu ılık rüzgar..?
Adı ne?

Pardon! Biz ayrılmış mıydık?
Ayrı yollar seçip, küfretmedik mi yani her adımda?
Belkide bu yüzden bu kadar bilinmeyen;
Küfretmeliydik, bir giden bir kalan seçmeliydik...
Kalan ah etmeliydi, giden eyvah! Ama gitmeliydik...
Adını koymalıydık, gri değil, düpedüz siyah demeliydik.
Şimdi hangi dile yakışır "ayrılık",
Alfebesini unuttuktan sonra "aşk"ın?
Şimdi hangi aşkın ardından diyeceğiz; "biz ayrıldık"...

Noktası konulmadan bitirilmiş bi cümle gibi kaldık sayfalar altında,
üstümüze şiirler yazdılar, yazılar, şarkılar...
Hepsine sindi öznemiz, hepsinde dindi özlemimiz...
Ama ne bittiğimizi bildik, ne gittiğimizi.
Ne sevdiğimizi bildik, ne de sevildiğimizi...
Pardon! Biz sevmiş miydik?



19 Kasım 2010

Kalma!




Ah bebek! Yürümeyi öğrenmemeliydin,
Öğrenmemeliydim bana ihtiyaç olmadığını.
İşte şimdi bırakmalısın ellerimi,
En zorumdayım, en sonundayım sevdamın.
Ah bebek! Büyümemeliydin,
Senin yanında aşk küçük kalmazdı o zaman.
Bırak ellerimi, senin koşar adımların var artık,
benim adım ayrılık, adımlarım çıkmaz sokak garantili.
Koş bebek, emeklediğin yeter, yeni yollar bul umuda çıkan.
Kaldırımları bana bırak kaldıramadıklarımla...
Bırak peşimi, günahım olursun.
Takip etme beni, bende kayboldum...
Ah bebek büyümemeliydin!
O zaman küçük kalmazdı yanında yüreğim...
Yazılara sığmazken ellerin,
Ya şimdi kaç sayfa tutar gözlerin?
İşte şimdi konuşmalısın,
Gelmişimi geçmişimi saymalısın, haklısın...
Ben sevmiyorum büyütmeyi, içimin içine sığmayanı.
Korkuyorum, yetememekten, az kalmaktan...
Senin hayallerinde olacak,
Ben sevmiyorum hayal kurmayı,
Hayal kurana ayak bağı olmayı.
Ah bebek yürümemeliydin!
Yürümeyi öğrenmek; gitmeyide öğrenmektir...
Git bebek!
Sen git ki; öğrenme kalmayı...
Ben biliyorum kalmayı, sen kalma, git bebek..!


16 Kasım 2010

Huzur



Kusursuz olmasa da olur, huzursuz olmayalım yeter...




Hiç


Hiç bulamadıklarını asla yitiremezsin...

                                                  K.Tazeoğlu

15 Kasım 2010

Uyu prenses


Cebi delik hüzünler biliyoruz, umut etsekte dolmayan, ölmeyen...

Sahi; neden olmayacak olana sardık kollarımızı?
Neden ebedi sandık edebini bile yitirmiş sevdayı?
Kandırıldık işte; biz denizleri geçtik, aşk sadece dalga geçti...
Gel umursa şimdi yitip giden zamanı!
Gitsin, olmayan ne varsa yine ardından dudak büküp "olsun" diyeceğiz nede olsa...
Olsun...
Yine diyebiliyoruz "herşey güzeldi"...
Ya diyemeseydik, ya yüzüme yüzün ayrık düşseydi?
Böylesi de iyi işte, "bir zamanlar bu yüzü güldürebilmiştim" telafisi...
Bırak zamanı geçsin, olmayacak olana sarmışız kollarımızı, olsun...
Şimdi dolsada göz çukurumuz, bir zamanlar güldüğümüzü görmüştük gözbebeklerimizde...
Bir zamanlar işte;
Peri masalından kaçıp birer Polyanna olmaya karar vermeden önce...

İki ayrı dizde aynı masalla uyutulduk, iki ayrık, bir ayrılık...
Bir varmış, hiç yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbim kalbinin hiçinde...
Uyu prenses...

14 Kasım 2010

Kahve ve Kahpe



Kulpunu kırdığım kupamla içiyorum yine kahvemi,
Kalbimi kırdığın ve gittiği güne inat.
Sadakati sana öğretemesemde pekiştiriyorum içimde,
Yudum yudum ahımı çıkarıyorum sonra, kafein kokulu nefeslerde...


9 Kasım 2010

Hokus Yokuz...


Acemi bir sihirbaz gibi gittim sahnenden.
Bütün hilelerim göz önünde, boynu bükük, gülünç...
Seni kaybettikten sonra geri getirmek için hangi sihirli sözcüğü söylemeliyim?
Unuttum...
Hokus YOKUZ...

Biz...(?)


Akla aykırı zamanlar biliyorum.
Gitmelerin dilimize yüklendiği o zamanlar işte...
Cümleye dökemedik biz 'bittiğimizin' resmini,
yükleminden korktuğumuz canavarlar yaratmayalım diye.
Özneyle başladık özgüvensizliğimizle sustuk.
'Biz' dedik sustuk hep...
Biz... (bittik)...


 




İçi pişmeden 'yeniliyor' sevdalar...



Beni de yormuştu o zalim rüzgar.
Saçlarımla birlikte dağıttığı hayatımı elinde görünce tanıdım o'nu, adı ayrılıktı...
Samimiyeti yitik topraklardan kopup,
savrulup gelmişti sadakati bitmekte olan aşkımıza...
Sen onun serinliğine kanmıştın, ateşini söndürmeye karar verdiğinde,
buz tutmaya mahkum edileceğini bilmeden belkide...
Sende haklıydın işte; yanmakta yetmiyordu haliyle içi pişmemiş olana...
Sadece dışına aldanıp yediğimizde, çiğ tarafını tükürmekti bize kalan,
tüküremedik, yuttuk...
Verdiğimiz sözlerin yanında azdı bile...


O rüzgardan sonra yeminler ne tutuldu ne de unutuldu...
İçini yakması için bilinçaltına süpürülmüş küllerdi artık,
közlenmesi için 'sen' demek yeterdi.
'Sen' dedim yandım her seferinde bile bile...
'Sen' dedim öldüm o rüzgarın ardından.
Sen... dedin mi?...

7 Kasım 2010

Bavul Sesi



Bir elinde bavul, bir elinde sevgilinin eli...
Biri der 'git', biri der 'kal'.
İşte hem yarım gidersin hemde yarım kalırsın...
...

Davul sesinden daha korkunç ve çok daha iğrenç bir ses keşfettim;
"Bavul sesi"..!
Gitmenin iki tekerlekli ve ağır, apağır olanı.

Zamanın biter ve gitmen gerekir, hayır hayır ölümden bahsetmiyorum,
Ama en az onun kadar soğuktur gitmek...
Hazırsındır artık sende bavulun kadar, gitmeler seni, sende bavulunu çekersin.
Önce onu sonra içini çeke çeke gidersin.

Herkes susar, cümle kurmaktan korkar diller,
'elveda'yı olduğunca sona saklamaktır çaba, bu yüzdende susulur.
"Gitmek" yüklemini yasaklarsın cümlelerine ama nafile...
Kesilmiş bir biletin vardır cebinde ve adeta itekler seni
'zaman doldu gitmelisin' der gibi.
Biletin gibi susmayan birşey daha vardır, bavulun...
Bağıra bağıra 'gidiyorum' der sanki dalga geçer gibi ardından.
Onunla birlikte geride sürüklediğin yaşanmışlıklarında cabası...
Her türlü koyar gitmeler...

Neyin var neyin yok bavuluna sığdırırsın,
Kalbine sığdıramadıkların kalır egzoz kokulu otobüs peronlarında.
Sen susarsın, o susar, otogar susar, aşk susar...
Cam kenarı koltuk tek telafindir artık 'can kenarından' ayrılırken...
El sallamayıda beceremiyorsan, hüzünle doldurduğun ceplerine koymalısın.
El'vedalarda el olmasa da vedadan kaçamıyorsun ama...

Her ne kadar 'gelmek için gidiyorum' desen de;
bir kere demişsindir 'gidiyorum' diye...
...


Bir elinde bavul, bir elinde yalnızlık.
Biri der 'git', biri der 'hoşgeldin'...
İşte yine geldiğinle gidersin, gittiğinle kalırsın...




Ve günün blog şarkısıdır; Emre Aydın - Bebeğim
Oyunun en güzel yerinde zil çalınca üzülürdükya; işte öyleyim...

26 Ekim 2010

Sana 'sustum'



Yuttuğum her cümlemdin sen.
Ne kadar konuşmazsam; o kadar sevmekti benimki,
başkalarının sadece 'susmak' zannettiği dilde...