26 Ekim 2010

Sana 'sustum'



Yuttuğum her cümlemdin sen.
Ne kadar konuşmazsam; o kadar sevmekti benimki,
başkalarının sadece 'susmak' zannettiği dilde...


25 Ekim 2010

Bir kaybetmişliğin ardından




Saf dışı kaldım tüm saflığıyla bu aşkın.

Secdesine varıp uyuyakalsaydım, uyandıramazdı kimse.
Uyandırıldım sayende...
Duamdan önce ellerimi kestiler bileklerimden, artık duasızım.
Ben meleklere selama dururken götürdüler seni.
Kılımı kıpırdatmadım, elimi yüzüme süremedikçe.
Kader demeliymişiz olana bitene ve hiç olmayana...
Hiç olmayana; sana, 'keder' dedikten sonra başka sıfatlara ne lüzum.
Allah'ın adıyla başladığım sana, allahsızlığımla sustum...


Meleklerin işine son verildi senden sonra...
Ne kadar günah varsa işliyorum artık.
Şimdi kendi günahımıda kendim yazıyorum, alfabesini unuttuğum sevaplarımı da.
Yenide bir iş buldum şehirler arası sevda garında,
Bir istasyon dolusu biriktirdiğim aşkımı hibe ediyorum tüm ölümlülere.
Parası yetmediği için biletini alamamış aşk yolcularına kaçak bilet yazıyorum.
Sonra cezasını bana kesiyorum,
Ruhumun kaçağına kesemediğim cezalarıda bir bir ödüyorum cebimden.
İyilik yapmayıda unuttum artık kendime,
Bütün kötülükleri üstleniyorum senden sonra.
Küfrediyorum sonra, gelmişine geçmişe sayıyorum tüm yolculukların.
Zina ediyorum yolum düşmemiş tüm bakire hayallerimle,
sonra oracıkta öldürüyorum hepsini.
Günaha çeviriyorum anlıyacağın, sevabında adının geçmediği tüm eylemleri.
Ne yazım bitiyor ne de yazgım, ne günahım bitiyor ne de ahım...
Bir kere kaybettinmi aklında olanı aklınla beraber,
bir daha ikisinide bulamıyorsun işte.


Dünyada; cehennem, cennet gibi geliyor kulaklara,
ben aşkı ateşlerde yaktıktan sonra...
Senden sonra günahkar oldu herkes.
Şimdi soruyorlar bana; "Ne kadar seviyordun onu?" diye.
Bende diyorum; "Cehennem kadar"...


Geçmemiş yaraların izlerine bakarak, ne kadar geçmiş zamanlı cümle kurulacaksa
kurmakmış; umursamazlık.
Umursamıyorum artık hiç birşeyi, umut beni bulmadıkça...

Elimi tut yeter



Hangi filme gidersek gidelim; en sevdiğim sahne 'elimi tuttuğun' sahnedir...



23 Ekim 2010

Sigara Öldürür!




 

Aşkın iki parmağı arasında ateşini çoktan almış,
küllerini, küfürlerini dökmeden sessizce tükeniyorum.
Önce kırmızı kor sonra siyah, simsiyah kül...
Dumanları, tozları, gidişleri, bitişleri filtreliyorum,
süzdükçe sararan gururumdan.
Ve adım yanıyor, yavaş yavaş ateş gururuma dokunuyor,
gururum aşkın parmaklarını yakıyor.
Sonra istemesemde söndürülüyorum senin üzerinde...
Herkes acıyı tadıyor ama aşk herzaman ateşini arıyor...

"Ve her seferinde, ya üzerinde sönüyor sevdiğin,
yada üzerinde söndürülüyorsun sevdiğinin... "

Deli Aşık


Yine pembe süslü siyahlara itiyorsun beni,
Geri adm atmak öyle zorki!
Git diyorsun; gidiyorum...
Buz gibi karanlık oluyorum sonra,
yitiriyorsun beni.
Dur diyor musun?
Kal diyor musun? Duymuyorum...
Tuz gibi dağılıyorum sonra,
her zerrem her yerde.
Gri oluyorum, ne siyah ne beyaz, ya da her ikisi!
Karışıyorum yine, dalgalarm karaya vuruyor sonra,
Çalkalanıyorum, o kadar sert çarpyorumki kayalara,
Ve kaya oluyorum sonra, kendi kendini tokatlayan bi deli gibi..
Sonra aşık oluyorum, "deli aşık"...

20 Ekim 2010

Durmamak








Sağanak yağıyorum, damla damla...
Sel oluyor, sen oluyor, el oluyorsun.
Sığınak arıyorum derme çatma...
Ev oluyor, yine sen oluyor, dev oluyorsun.
Öyle büyüyorsunki içimde...
Sığdırmak istiyorum ve sığmak kendime!
Sığamıyorum, öyle doluyumki senle,
Ayakta bile yer bulamıyorum...
Bi durak ötede gururunu bırak n'olur,
Bi durak sonra kinini, nefretini.
Bırak eskileri, işte bi durak daha...
Bagajlardan küflü sevgileri,
Paslı, yaslı geçmişleri bırak.
Bi durak sonra benide bırakmıyacaksan;
Bi durak sonra "durmamak"...


19 Ekim 2010

Yalınayak



Ben gitmeyi hiç beceremeyenlerdenim, ama bir kaç kere denemiştim.


İntihara giden ayaklar gibiydi gidişim; çelişki dolu, biçare, çarpık adımlarlar işte...
İlk adımımı gurur attırmıştı, bu yüzdende durmak imkansızdı, istemesemde gittim.
Önce aşka sürttüm topuğumu, sonra bir adım daha.
Ardından diğer topuğumun altında gördüm sadakati; bittim ve gitmelisin der gibiydi...
İlk defa orda hacim kaybetmişti ayakkabımın topukları...
Ve ne zaman giysem o ayakkabıları "gitmek" gelir aklıma...
İşte bu yüzdendir ki; "yalınayak" geldim sana...

Yazamıyorsam sebebi var...



Ezberleyebildiğim tek şiirimsin sen;

Dilimde ve içimde yaşattığım, kalemime özlettiğim satır satır sevdasın...
Yazmaktan korktuğum, yazarsam unutmayı göze alırım zannettiğim,
Ne olursa olsun yazmayacağım seni...
Kaderim olsan da yazmıyacağım,
İçime mahkumsun sen dilime yara...
Binlerce kağıt, denizler mürekkep olsa nafile...
Kelime-i şahadetimsin artık; ben ölünce sende öleceksin dilimde...

                                                                             

17 Ekim 2010

Kaybettiklerimin sahibiyim...



Senden sonra sahip olduğum hiçbir şeyim kalmadı.

Sigaraya bile 'benim sigaram' diyemiyorum,
Parayla tuttuğum bir fahişeden farksız çünkü...
Geçkalmışlıklarım geliyor yine aklıma,
Zamanın cebinde, geçmişin dibinde olan bi kaç hayalim...
Almak istesem hayallerimi, adım hırsıza çıkar.
Adımımın sana düşmediği gelecek zamanlı cümlelerde...
Anlıyacağın 'hayallerim' bile diyemiyorum artık...


Tek sahip olduğum birşey biliyorum; kaybettiklerim...
Benim kaybettiklerim.
Benim...


Yok



Kalbimin yoklamasına 'yok' yazdılar seni.
Oysa ben geç kalmana bile razıyken...
Şimdi hayat dersi devam etmekte, sen ve aklım dışardayken...


                                                                        

Sen koy bitmişliğin adını...



Gitmek; onca senenin keşkelerini bile bile kendi ayaklarına prangalamakmış.
Ve kalmak; hıçkıra hıçkıra ağladığını görmezden gelerek bile bile "olsun" diyebilmekmiş.


Her seferinde seçeriz birini;
Ya gitmek, ya kalmak,
Ya ağır olanı, ya da yarım kalanı...

Hadi seç birini..!
Bu defa sen koy bitmişliğin adını...

16 Ekim 2010

Matem ve Matematik



Bütün problemlerim daha ben küçükken başlamıştı aslında.

Küçüktüm ve doğal olarakta 'yaş problemlerim' vardı.
2 katı 3 fazlası derken, yıllar henüz çözemediğim
bir 'hız problemine' bağlı olarak aktı gitti.
Aramızdaki yaş farkı asla kapanmayacaktı
ama artık babamı daha iyi anlayabiliyordum.
İçine düştüğüm 'havuz problemlerinden' beni kurtaran adam, babam.
Havuz bir türlü dolmuyor, bir musluktan akan diğerinden boşalıyor,
yani bi kulaktan giren diğerinden çıkıyordu ve bu nedenle
ne zaman 'para problemim' olsa elimden kalemi alan yine babamdı.
"Büyüyünce anlarsın" cevaplı bütün problemlerim de başlamaya hazırdı artık,
büyümüştüm anlamalıydım... Ama anlayamadım.
Belkide anlamak istemedim, kaçtım...


Ve annem, en büyük problemim belkide...
İlk yalnızlığım, ilk kaybım, ilk defa 'ölmek' fiilinin yüreğimi o sonsuz kat acıtması...
*7 kişinin yaşadığı bir evden 1 kişi cennete taşınırsa o evde kaç kişi kalır?
7 kalır 7...
Yese de yemese de yanlıştı ve yanlışlarım 1 doğrumu çoktan almıştı elimden...
5 kardeştik.Hayattan 5 kardeşi yemiştik, tokat gibiydi henüz acısı dinmeyen...
Hepinizi çok seviyorum...


Ve aşk... Hep uzak, en uzak olan.
Yeni bi problemim, bağlanamamanın ve sevememenin ne kadar kötü
olduğunu her defasında hatırlatan, şizoid halime inat,
bi mıh gibi benliğime çakan, çakışan ne varsa onun adı...
Son zamanlarda aşka dair 'yol problemlerim' türer durur.
*A şehrinden hareket eden bir aşık B şehrine neden hiç varamaz?
*O aşık A ve B şehirleri arasındaki "ayrılık dinlenme tesislerine"
uğramanın bedelini de öderse cebinde ne kalır?
Hiç... Sıfır...0...


Sonuç olarak A ve B şehirleri arası hiç bu kadar uzak olmamıştı.
Ve A şehri benim için artık herzaman 'yalnızlar şehri' olarak kalacaktı...


*İki-üç işçi, bir işin içinden çıkamıyorken,
diğer işçi bir ömürlük işi kaytara kaytara nasıl bitirecekti?
*Ve 23 yıllık bu kumaştan kaç yalnızlık daha dikilirdi?! Bilmem ama;
Sonuçta ben bir kumaşım, iyi yada kötü işledim kendi kendimi.
Yıprana yıprana, kaytara kaytara bitireceğiz bu hayatı...
Birgün 1 oluruz ve 0'a çarpılmadan katlana katlana büyürüz, umarım...
Umutlar herzaman (n) sonsuz...


Gam Tanesi



Civa termometreye gömülürken; sıcaklık sıfırın altına,

anılar buz tutmaya mahkumken, acılar hala çok sıcak...


Kahvemi alıp bide sigara yakıp balkona çıkınca
kartanesini bekliyor gözlerim yine. Hayır hayır "Gamtanesi"ni...
Bi zamanlar o kartanesiydi, bi zamanlar işte yine kış kapıdayken,
"onsuz yapamıyacağım biri" olsun arayışındayken...
Arayıştı belki de ama gözbebeğimde parlayan birinin olması gerekliydi,
ya da değişmek, ya da kendi kendine yeten biri olmaktan vazgeçmek,
ne bileyim gerekliydi işte...
Gerektiği gibide oldu, o geldi.
Elveda derken güz, hava buz ve ilk karın yağdığı gün; pazartesi...


O sabah yine soğuğa aldırış etmeden çıkmıştım evden,
zaten hiç aldırış etmedim ben soğuğa,
belkide bu yüzden alıştım ben soğuk olmaya!
Nefesimin buharına birde sigara dumanını ekleyip ilerliyorken,
sigaramın bitmesi için yakındaki dolmuş durağını es geçip
uzaktaki dolmuş durağına yaklaşırken gördüm onu.
Dolmuştum, durmuştum!
Onsuz yapamıyacağım biri o olmalıydı...
Tarihte ilk defa sigara hayat vermişti(!).
Aynı duraktan aynı otobüse binip aynı yolları gittik,
buraya kadar herşey tesadüftü ve aynı durakta inmek 'zorunda kaldım',
belkide kapıya yakın olduğum için bir anda inmek istedim,
ya da kader beni itti...

Ve yılın ilk kartaneleri düşmeye başlamıştı, inanılmaz bi andı,
sanki bi filmden bi kaç dakikayı kesip hayatıma eklemişlerdi.
Ve yine o anda "kartanesi" dedim içimden. O kartanesiydi...
Tanışmamız uzun sürmedi, hergün o duraktan bindim otobüse
ve belki bugün yanıma oturur ihtimalini artırmak için yapmadığım kalmamıştı.:)
Bir haftadan uzun sürse de olmuştu sonunda, yanıma oturdu,
canıma, yüreğimin en ortasına...
Ve o günden sonra bir yıldan fazla kar yağdı kalbime, kartanesi girdi içime...
Hani varya o klasik tabir; herşey iyi gidiyordu.


Ta ki; ben soğuyana kadar.
Ben hep böyleydim çünkü, kaygılarım, şizoid halim,
"yalnızsam üzecek kimsem olmayacaktı" anlayışım,
kendi kendime yetmeye karar aldığım o anlar gibi,
yalnız ve soğuk! O kartanesiydi, ben de belki bu yüzden soğuk...



Sonra "avuçlarına al beni" dedi.
Nasıl olurdu be kartanesi,Ya üzülürsen?
Ya üzersem seni?
Ya erirsen?...


Avuçlarımda eriyen bir aşkım olmasın diye, yüreğimde kanayan bir iz bıraktım...


Elveda GamTanesi!..



Renksiz rüyalar oteli...



Başkaları üzülmesin diye kendini üzenlerdenim bende...
Gidecekse biri "o", kalacaksa "ben" dediğim, 'alçak' gönüllülüğümün alçağıyım...
İçime attığım herşeye oda açtım bir bir, şimdi dünyanın en büyük oteline sahibim;
içinde seni bulamadığım...


                                                                                    

14 Ekim 2010

Bir adım bir cümle




Noktasını kaybetmiş bir cümlenin son satırısın, olmassan olmuyor...

                                   ***

Kaburgaları kırılan bir aşkın otopsisinde göğsünden çıkarıldık biz...
"Hala kalbi atıyor" diye bağırsakta çaresiz, anladık morg koridorunda;
ölümcül bu soğuk...
Bitkisel hayata bile razıyken ikimiz, hayvani hayatlar defnetti bizi...

                                   ***


Kahramanı olmadığımız bi hikayenin sayfaları altında kalan figüranlardık biz.
Her cümlenin ardından ağladık,
her noktadan sonra başlamak için savaştık,
kalemşöre yenileceğimizi bile bile...
Şimdi iki satırlık yaşanmışlığımızla yetinenleriz,
hesabını kestiğimiz cümlelerde...

                                   ***

Şımarık bir çocuğun darmadağın ettiği bir hayalim işte,
can kırıklarım batmasın diye hızla uzaklaşılan tenhalar kaldı bana.
önce düşürüldüm, sonra terkedildim, ve ardından unutuldum karanlığımda...
'unutmadı' diyorsunya; unutulmak bu kadar kolay işte...

                                   ***

Biz gitmelerin pamuk ipliğiydik; her düğümünde çözülüyorduk aşktan..


                                                                                                            


Beni ilhama sürükleyen bicümle.net'e teşekkürler... :)

4 Ekim 2010

Üstüme kaldı gidişlerin







Kuruşu kuruşuna ödemekmiş hesabı; ayrılık. 
Küsüratını bile ister aç gözlü gidişler. 
Aşk, kalbinde konaklamaya geldiğinde ki güler yüzünü 
giderken bırakmıştır kalbinin en tenha odasında. 
Aramaya kalksan bir 'dönmeyiş' kadar zaman kaybedersin. 
Ve kalan gururunu saklayabildiğince saklarsın başka nefeslere harcamak için, 
bu yüzden 'üstü kalsın' bile diyemezsin... 
Sonra üstüne kalır ne varsa gidişlerden arta kalan. 
Harcamak istesende harcayamazsın artık, 
tedavülden kalkmış bi kaç kuruş hüznü...




2 Ekim 2010

Tükenen Kalem


Tükenen bir kalemin son cümleleri bunlar, son çığlıkları;

Tükeniyorum, en olmadık yerde.
Az sonra parmaklar iyice sıkacak beni, hayat sıkacak.
Ve bastıra bastıra kusacağım canımı.
Gitmeden kağıdın canını da acıtacağım belki,
Son izlerim bunlar, biraz acıtmalı!


Gidiyorum işte, belkide bu son noktam.
Hep 'bu son nokta' demiştim, 'bu son sayfa'.
Kaç kağıda yazdım ben hayatımı, kaç hayatı karaladım!
Sayfalar dolusu mutluluklarım da oldu, hüzünlerim de.
Her virgülde merak ettim, ya sonra!
Her ünlemde biraz telaş,
Her soru işareti; fazladan mürekkep, fazladan nefes, can...
Oyalandım, oyaladım kağıtları, hayatları.
Karaladım, karaladıkça yaralandım!


Bitiyorum işte...
Bitmek istiyorum, bu sayfada, bu hayatta!
Başka sayfa olmasın.


Sadece bir noktalık canımı bırakıyor ve susuyorum,
Bir noktalık
Bir nokta
Bir
B
                              
                                        

Bir yutkunluk uzaklık



Biz seninle hayatın kursağına takılıp kalanlardanız...
Biz hayatı değil; hayat bizi yaşayamadığı için...

Sessiz kere sessiz



Yankısız sokaklarda kendi adını kendi ağzından bile duyamamaktır; ıssızlık.
Ve sen hala sokakların sessizliğine dem vururken, kendi sesini bile unutmaktır; yalnızlık...

Cümleler kuruyor artık bizi


Senin imlanın kurallarına ters düştüm bugün...
Noktayı, virgülü neyleyim artık; önce cümlem sonra ben devrikken...


...


Biz kurduğumuz her cümlede farkında olmadan kurulmuşuz zaman ayarlı ayrılığa... Şimdi mayınlı satırlardan topluyorlar liğme liğme "biz"i, sonra tırnak içine defnediyorlar, başka bir cümlede kuruluncaya kadar hoşçakal...